1 Ekim 2010 Cuma

Yandaş medyadan üç manzara

Bu yazımı 7 ay önce, guncelsol.com'a koymuştum. Aslında yeniHarman dergisinin Mart sayısı için kaleme almıştım ama teknik bir talihsizlik neticesinde dergide çıkamamıştı. Güncel Sol ise o sıralarda biraz ihmal etmeye başladığımız bir siteydi (bugünse büsbütün ihmal ediyoruz). Uzun lafın kısası fazla kişiye ulaşmadı bu yazı. Blog dediğiniz arşivdir bir yerde, burada (da) dursun diye düşündüm. Sevgilerimle arz ederim.  :)    

-------------------------------

Burak Cop
1 Mart 2010
(hayırlı bir tarihin 7. yıldönümü)

Yaltaklanmanın da ötesinde…
19 Şubat 2010 Cuma günü sevgili Çalık’ın gazetesi Sabah, ‘Dünyada Mekan Konut’ diye bir ek çıkardı (Sabah’ın logosunu gözünüzün önüne getirin. Türkiye haritasının üzerinde Konut yazıyor, üst bantta da Dünyada Mekan). Sevgili TOKİ ve sevgili Tayyip Erdoğan’ın övüle övüle bir hâle sokulduğu ek, herhalde TOKİ’cilere bundan sonraki çalışmalarında esin kaynağı olacaktır (onlar bile kendilerini bu kadar övemezlerdi zira).

Şimdi hemen sözü fevkalade tarafsızca, fevkalade objektif bir gözle hazırlanan, ama sevgili Erdoğan ve canımbenim TOKİ’nin icraatlarını BBC olsa gene kaçınılmaz olarak böyle vereceği için istemeden hükümet yanlısı gibi görünen bu ekten manşet ve spotlara bırakıyoruz:
Konutta çözümün adımı Erdoğan’dan (bu sürmanşet)
1994’te temellere ilk harç atılırken Recep Tayyip Erdoğan, haklı bir gururla şöyle diyordu: “Söz verdik, sözümüzü tutuyoruz”.

Binlerce fakiri ev sahibi yaptı (Hugo Chavez’den falan bahsetmiyor canım. Fidel Castro’dan da bahsetmiyor. Bizim büyük entelektüel ve devlet adamı Başbakanımızın boydan çekilmiş resminin yanına bu kocaman başlık konulmuş)
İnsanların en büyük hayalidir başını sokabileceği bir yuvası olması. Türkiye’de bu işi kökünden halleden TOKİ, bugüne kadar tam 420 bin konut üreterek yüzleri güldürdü (bakın işte Erdoğan’dan değil, TOKİ’den bahsediyormuş).

Dönüşüm mucizesi
TOKİ’nin yürüttüğü projelere güvenen vatandaşlar, polis zoruyla bile boşaltmadıkları evlerinin bir an önce yıkılmasını istiyor. Böylece kentsel dönüşüm mucizesi başlıyor (ben de zaten bu Sulukuleliler’in arasına da aynen Tekel işçilerinin eylemindeki gibi PKK’lıların, zararlı örgütlerin karıştığından şüpheleniyordum. Yoksa koskoca Sabah yalan mı yazacak yani, normal insanlar evim yıkılsın diye sabırsızlanıyormuş işte…).

Gerçek bir şaheser: TOKİ Sevgi Evleri
Tasarım müthiş, kullanım rahat, hizmet mükemmel…… (spotu daha fazla devam ettirme gereği duymadım, yerden tasarruf için. Kısaca; bu evlerin cennetten bir köşe olduğu anlatılıyor. Buralarda SHÇEK’in koruması altındaki çocuklar kalıyormuş. Sosyal devlet olma iddiasındaki bir devletin vermesi zorunlu olan bir hizmet neden “hayırsever işadamının lütfu” makamından duyurulur bilmiyorum. Fotoğraflardan birinde bir bebeği kucağına alıp poz veren bıyıklı ve takım elbiseli bir adam da var, muhtemelen Vali Yardımcısı. Bence böyle şeylere hiç gerek yok diyeceğim de, kime diyorum…)

Aslında Sabah’ın bu ekinden makara yapılacak daha çok manşet ve spot çıkar. Ama ben 3. sayfadaki hüzünlü bir fotoğrafın bana düşündürdüklerini dile getirmek istiyorum. Bir anahtar teslim töreni, Erdoğan tabii ki orada. Ne alakası varsa Dışişleri Bakanı Davutoğlu da orada. Yaşlı bir amca, belli ki fakir, elinde bir anahtar, Erdoğan’ın omzuna başını koymuş ve sanırım ağlıyor. Erdoğan ve Davutoğlu’nda ise gevrek bir tebessüm. Şimdi, diyeceğim şu; bu AKP’nin yenilgiye uğratılması gerçekten incelikli ve güven veren bir politik alternatifin kurgulanmasını gerektiriyor çünkü bu iktidar döneminde dar gelirli yurttaşların lehine şeyler de yapıldı. “Erzak dağıtıyorlar, kömür dağıtıyorlar” muhabbetine girmeyeceğim. Daha köklü ve önemli şeyler de yapıldı. Öğrencilere bedava kitap, yoksul aile annelerine çerez parası da olsa düzenli bir para verilmesi, yeni sosyal güvenlik kanunundaki kimi olumluluklar–bunlar Ayşe Buğra’nın 2008 basımı kitabında anlatılır–, SSK’lılara sınırlı da olsa özel hastanelerden yararlanma imkânı, ve azımsanamayacak sayıda ailenin ev sahibi olmaktan ötürü Erdoğan’a muhtemelen şükran duyması… Bunlar AKP’yi neoliberal olmaktan kurtarır mı? Asla. Ama “sosyal devlet uygulamaları bir lütuf değil, haktır” diyen, önem listesinde rantı ve sermaye sınıfını değil halkı birinci sıraya koyan, ayrıntılı bir program ve vizyona sahip bir siyasi hareket AKP’yi iktidardan edebilir ancak, bu ortada… Aksi takdirde “saha ve seyirci avantajı” hep AKP’de.

Gelelim Sabah gazetesine. Biz bu ekin, gazetenin genel yayın yönetmeni, meslekten ağabeyimiz Erdal Şafak’ın dikkatinden kaçmış olduğuna inanmak istiyoruz.

İnanalım mı?

Bunu da dedilerSamanyolu TV adlı asil ve güvenilir haber kanalında biz ahmakların akıl edemeyeceği bir “bağlantı”ya, Balıkesir’deki grizu patlamasının ardından ehemmiyetle dikkat çekilmişti. Son Durum adlı haber programını sunan Asım Yıldırım, Aralık ayında Mustafakemalpaşa’daki maden göçüğünden önce İstanbul’da üç emekli kuvvet komutanının ifadeye çağrıldığını, bu seferse Balyoz tutuklamalarının akabinde Balıkesir’deki madende kaza olduğunu şeyetti. En önemli özelliğinin kül yutmamak olduğu anlaşılan Yıldırım, sözlerini şöyle nirvanaya erdirdi: “Nasıl bağdaştırırsınız ya da var mıdır bir bağlantı yoksa sadece ve sadece tevafuk diyebileceğimiz hadiseler midir bunlar, bunu da sizin izanınıza bırakıyoruz”.


Ama ne yazık ki spikerimiz lafı en tatlı yerinde kesmedi (belki de kendisi izana gelip “ne diyorum ya ben?” diye düşündü) ve sıkıntılı bir manevrayla sözlerini noktaladı: “Belki de varsa da bir bağlantı tabii komplo teorisi üretmek hiç hoş değil. Çünkü birisinde 19 kişi diğerinde 17 kişi can verdi”.

Hayatta bir şeye çok fazla odaklanmak hiç de iyi bir fikir değil, ben bunu anladım AKP yanlısı medyayı izlerken. Taraf gazetesindeki bir ekonomi yazarının “KİT’leri özelleştirmek lazım çünkü darbeciler hep bunları kamulaştırmayı savunuyor” mealli yazısından sonra, şimdi de STV’nin izan ve sağduyu sınırlarını test eden yorumuna tanık olduk. Bu arkadaşlar bizim lafımızı dinlemezler ama biz gene de kendilerine “dünyayı anahtar deliğinden yorumlamayın, saçmalarsınız” diyelim bu noktada.

Ve tabii şu da var; enformasyoncusu, dezenformasyoncusu, amigosu, destekçisi, duyurucusu ve her bir şeysi STV ve benzerleri olan bu süreçten Derin Devlet’ten kurtularak, demokrasiye kavuşarak çıkar mıyız hakikaten merak ediyorum.
 
Kendine solaçık diyen sağbekTaraf gazetesi bir alem. Zaten yeterince nefret edeni varken neden bir de yazar kadrosunu solcuyken liberal olmuş (olabilir, bu da bir haktır) ve fakat sola liberal olmadığı için kızan insanlarla, yahut kendisine verilmiş köşeyi oto-terapi amaçlı kullanan, solculardan nefret eden (eski) solcularla dolduruyor anlamıyorum. Aslında şu yazdığım cümleye şimdi baktım da komik geldi. Memlekette liberal bir hegemonya kurmak için, yıllar boyu hüküm süren Kemalist resmi tarihi ‘alternatif resmi tarih’le, bir başka deyişle sağcı resmi tarihle değiştirmek için; toplumsal bir karşılığı olmasa da entelektüel başatlığı devam eden solun hırpalanması gerekiyor herhalde.

Neyse efendim, Fenerbahçe’nin İBB’ye 2-1 yenildiği maçta solaçık oynatılan bir Deniz Barış vardır, futbolla ilgilenenler bilir. Solaçıklığı Deniz Barış’ınkine benzeyen bir başka solaçık da (İdi Amin de kendini İskoçya Kralı diye adlandırırmış çok mu…) Taraf’ta yazıyor. 28 Şubat’ın yıldönümünde protesto gösterilerine neden sadece İslamcılar katılmış da solcular katılmamış diye hayıflanan bir yazısı çıktı geçenlerde.

Yazıda, Çiller-Ağar döneminin önemli figürlerinden, eski İçişleri Bakanı, şimdi MHP’li Meral Akşener’in isminin geçtiği bir cümleyi sizinle paylaşmak istiyorum: “… başka bir generalinse ‘Git o kadına söyle (Meral Akşener’e) ileri geri konuşmasın. Gelirsek Bakanlığın önünde yağlı kazığa oturturuz’ şeklinde tehditler savurduğu o karanlık günler pek de umurunda değildi arkadaşların”.

En iyi ihtimalle Cihan Haspolatlı tipi bir sağbek olacakken kendini solaçıklığa uygun bulan (Tarafspor’da olur gerçi. Santrfor olmadığına şükredelim) dostumuzun örtülü bir sempati ve empatiyle bahsettiği insanın kim olduğuna lütfen dikkat edin: MERAL AKŞENER. Erkek milletin milliyetçi kadını, Asenası. Öcalan’a Ermeni dölü diyen Meral Akşener. Allahtan bu ülkede 90’ları hatırlayan insanlar da var…

28 Şubat’ın bir darbe olması, Akşener hakikaten sözlü bir tehdide maruz kalmışsa bile bunun “su testisinin su yolunda kırılması”ndan başka bir şey olmadığı hakikatini değiştirir mi?.. Kombi diyorum, yoğuşmalı diyorum. Çiller, Ağar, Akşener diyorum. Hatta bir de “1000 operasyon” diyorum.

Yazarın geçmişte olanları eğip bükmesi aslında çok hazin. Şöyle yazmış: “Varoluşu gereği militarizme ve darbelere karşı durması gereken solun ‘kargadan başka kuş, 12 Eylül’den başka darbe tanımam’ anlamına gelen 28 Şubat ilgisizliğini hangi mantıkla gerekçelendirebileceğimi düşünüyorum… İyi de 28 Şubat darbesinin mimarlarından olan Özkasnak bile televizyonlara çıkıp ‘yaptığımız postmodern bir darbeydi’ dedi.

Gerçekleşmiş bir darbeyle karşı karşıyayız yani. E o halde bu ne sessizliktir? Eskilerin dediği gibi, ne oldu kız mı doğdu? 28 Şubat, iktidardaki İslamcı partiyi düşürdü diye ehveni şer deyip darbelerden darbe beğendikleri aşikâr malum cephenin”.

O cephe size malum Solaçık Bey. Hangi cephe? 1997 yılında Türkiye’de sermaye sınıfı, medya, “sivil” toplum örgütleri, hatta sendikalar bile askerin karşısında hizaya geçerken, memleketin özgürlükçü solu “Ne Refahyol ne Hazırol” diye meydanlara çıkıp Neo-Kemalist hegemonyaya karşı durdu. Bu “ne… ne…” formülasyonunu beğenmeyenler var ama o günün şartlarında bunun devrimci bir tavır olduğu unutulmamalıdır. Sol, Refahyol’un yıkılıp üçlü koalisyonun kurulmasını da “Refahyol partileri gitti, Hazırol partileri geldi” diye yorumlamıştır.

Solun; içinde Susurluk’u barındıran, koalisyonun büyük ortağının Susurluk’u sahiplendiği, Bir Dakika Karanlık eylemleri için “gulu gulu dansı, mum söndü yapıyorlar” dediği ve de AKP’nin aksine su katılmamış İslamcı olduğu bir iktidarın arkasında; sizin bugün AKP’nin arkasında durduğunuz gibi durmamış olmasını eleştirmeniz ziyadesiyle absürttür efendim.

Hadi artık, yerinize… Sağ kanat taze kan ister, “yoldaşım” dediğiniz Bülent Arınç’a gollük ortalar yapın mesela.        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder