27 Temmuz 2011 Çarşamba

Burjuvayla lumpeni birleştiren ulusal sorun

  
Burak Cop
24 Temmuz 2011

Aynur Doğan’a gösterilen faşizan tepkiyi nasıl okumalı? İlk akla gelen ve en kolay yol, olayı “Beyaz Türk faşizmi” diye tanımlamak. Harbiye Açıkhava’ya gitme alışkanlığı olan insan profili göz önünde bulundurulunca, bunun yanı sıra etkinliğin bir caz konseri oluşu ve “Suyun Kadınları” adlı bir temaya sahip olması, Akdenizlilik ortak paydasında buluşan, farklı ülkelerden bir grup kadın sanatçının bir araya gelmesi dikkate alındığında; evet ortada bir Beyaz Türk faşizmi örneği var. 
Ancak sadece bu hakikati teslim edip arkamıza yaslanırsak, resmin bütününü görmekten aciz kalırız. Sınıfsal konumu ve gelir düzeyi ne olursa olsun, “crème de la crème” niteliği haiz ve burjuva kültürüne sahip insanlarca gerçekleştirilen anti-Kürt(çe) eylemden birkaç gün sonra, bu sefer de Zeytinburnu’nda lumpen kalabalıkların Kürtlere karşı linç hareketine kalkıştığına tanık olduk. Polisin olan biteni büyük oranda izlediğini, gaz sıkmak suretiyle kalabalığı yalnızca BDP binasından uzak tuttuğu, ancak Kürtlere ait işyerlerinin saldırıya uğrayıp darma duman edilmesine seyirci kaldığını olaya dair tanıklıklardan öğrenmek mümkün. 

Harbiye vakasına geri dönmek üzere Zeytinburnu vakası incelenmeye devam edilirse görülecektir ki; Başbakan Erdoğan’ın Silvan’daki son çatışmanın ardından yaptığı “terör örgütü ve uzantıları bizden merhamet beklemesin” açıklaması ile polisin Zeytinburnu’ndaki 6-7 Eylül provasına yönelik müsamahakâr tutumu arasında bir ilişki olmaması olanaksızdır. Bu olanaksızlık hâlini güçlendiren bir diğer gerçek de, “bu tür” olayların Türkiye’de her zaman planlı programlı oluşu, yani asla öyle denildiği gibi gaza gelmiş vatandaşların bir anda kolektif ama dezorganize hâlde harekete geçmesi şeklinde vuku bulmamasıdır. Tarih bunun tanığıdır.     

Birkaç gün arayla meydana gelen bu iki vakadaki enteresanlık ise sınıfsal konum, kültür ve bunlara bağlı olarak da muhtemelen siyasal tercih açısından birbirlerinden çok farklı yerlerde bulunan insan gruplarının aynı linççi ve faşizan tutumu göstermesi. Bu Kürt sorununun sadece Kürt halkı için değil, Türk halkı için de ulusal bir sorun olduğunun en yalın örneği. Harbiye Açıkhava’da Akdenizli kadın sanatçıların caz konserini dinlemeye gidecek “kalibredeki” insanların AKP’ye, Başbakan’a, Zeytinburnu’da elde sopa üstünde atlet Kürt kahvelerini tahrip eden lumpenlere bakışı bellidir. Ancak tavırları, refleksleri aynı. Baykal CHP’sinin Kürt sorunu konusundaki şovenist konumlanışı ve Yeni CHP’nin bunu değiştirme hususundaki yetersizliği (zaten bu yöndeki çabalar şunun şurasında ne zaman başladı ki?) “CHP seçmeni” diye genelleyebileceğimiz –her ne kadar genellemeler doğru ve hoş şeyler olmasa da– seküler orta sınıfların düşünce dünyasına faşizan tohumlar ekmiştir. Bu tohumlar şimdi Aynur Doğan’a atılan minder ve pet şişeler biçiminde ürün veriyor.     

Bugün Türkiye’de birbirinden nefret eden ve birbirinin içkisine türbanına ifrit olan insanların iş sıkıya geldi mi nasıl da ortaklaştığını görüyoruz. Medyanın 12 Eylül’den beri başta Kürt sorunu gelmek üzere tüm “kritik” meselelerde aynı tornadan çıkmışçasına tek sesli yayın yapması, halka hep yalan söylenmesi ve işin kötüsü hep aynı yalanların söylenmesi; bugün 13 yoksul gencin çatışmada yaşamını yitirmesinin hesabının politikacılardan, generallerden, zenginlerden değil Aynur Doğan’dan sorulmasına yol açıyor. Milliyetçi Müslüman muhafazakâr sağcı Türk milletiniz hayırlı olsun. 

Türk halkını oluşturan insanların en kültürlüsünden de en lumpeninden de aynı tepkiyi gösterenler çıkabiliyorsa, son 10 küsur yılda memleketin doğusunda ve batısında olup bitenler de şöyle hızlıca bir düşünüldüğünde, teslim etmek gerekir ki Türkler ve Kürtlerin ortak yaşam zemini git gide çürüyor. Belki bir 5 yıl sonra daha büyük bir gönül rahatlığıyla şu tespitte bulunabileceğiz: Artık Türkiye’de bir ulus yok. 

Buradaki ‘bir’i 1 olarak da okuyabilirsiniz, öbür anlamıyla da.