2 Mayıs 2011 Pazartesi

1 Mayıs bayram olunca…

Burak Cop
2 Mayıs 2011
Caddeler ve meydanlar özgür bırakılınca, polis ortada fazla gözükmeyince, emeğin bahçesindeki bin bir çiçek 1 Mayıs’ta açıveriyor.   
ntvmsnbc’nin İstanbul’daki 1 Mayıs şenliğiyle ilgili haberi “Taksim Meydanı çiçek açtı” başlığıyla verdiğini görünce gülümsedim. Zira kâh Şişli-Taksim güzergâhında, kâh Taksim Meydanı’nda tanık olduğum manzaralar bendenize tam da bunu düşündürmüştü. Bin bir çiçekli bir bahçe gibiydi şehrin ana arterleri ve ana meydanı.  
Devasa bir kalabalık vardı ve “geçen seneden daha fazla katılım var” tespitini çok kişiden duyduk. Sık sık eylemlere katılanlar onaylayacaktır, Taksim tramvay durağından Galatasaray Lisesi’nin önüne kadarki yürüyüşler ya da Beşiktaş Adliyesi’nde görülecek bir dava öncesinde Barbaros heykelinin önündeki toplanmalar hep bir tür “solcu kokteyli”ne döner. Katılımcı sayısı birkaç yüzle birkaç bin arasında değişir ve ortamdaki insanların üçte birini şahsen, üçte birini gıyaben tanırsınız. “15 milyonluk şehirde bu kadar mıyız yani?” sorusu hep aklınızdan geçer. 
1 Mayıslar ise -hele ki dünkü 1 Mayıs- halk yığınlarıyla bütünleşmenin, ortaklaşmanın, aynı yere bakmanın keyfine vardığınız, ayrıcalığını hissettiğiniz ortamlardır. Türkiye’nin ve İstanbul’un kendine has koşullarından dolayı son yıllarda gidişat da hep ileri doğru olmuştur. 5 yıl önceki 1 Mayıs Kadıköy’de 25 bin kişiyle kutlanırken, şimdi kim bilir kaç yüz bin kişiyle birlikte yürümüşsünüzdür.
Tüm emekçi sınıflar ve toplumsal katmanlar oradadır: Tabii ki işçiler, sonra masabaşı işçileri, kamu çalışanları, üniversite öğrencileri, lise öğrencileri, işsizler, emekliler, meslek örgütleri üyesi doktorlar, eczacılar, mimarlar, mühendisler… Uzadıkça uzayan bir listedir bu.
Farklı biçimlerde ve farklı derecelerde ezildiğini, horlandığını, dışlandığını, sömürüldüğünü düşünen insanları orada görürsünüz. Dilleri ve kültürleri yok olma eşiğine yaklaşan Çerkesleri; kapitalist düzenin futboldaki -kimi doğrudan kimi dolaylı- yansımaları olan ticarileşmeye, müşterileşmeye, lumpenleşmeye, milliyetçileşmeye itirazlarını dile getiren taraftarları; mor pankartlarıyla feministleri; Ermeni gençlerini; hayatları şifrelenen liselileri; hatta askeri darbe karşıtı eski ordu mensuplarını bile görürsünüz. Daha geleneksel ve kitlesel grupları saymıyorum bile. 
Büyük toplumsal olaylarda, yığınların meydanlara aktığı büyük gösterilerde farklı kesimlerin farklı talepleriyle orada bulunması, hatta farklı çıkarlara sahip olması son derece olağandır. Bu Tahrir Meydanı’nda da böyledir, İran Devrimi’nde de böyledir, 500 bin kişinin sokağa çıktığı gösterilerde de böyledir. Cumhuriyet mitinglerinde bile böyledir. Ama o alanlarda toplananlar tamamen olmasa bile büyük oranda ortak paydalarda buluştukları için oradadırlar ve orada buluşmak kitleleri genelde daha da ortaklaştırır.
Siz gazeteciler sendikasının pankartı ardında özgürlük için haykırırsınız, yanı başınızdaki elinde Türk bayrağı olan ve pek çok kişinin ilk görüşte “Beyaz Türk” diye yaftayı vuracağı orta yaşlı kadın sahnede Grup Yorum’un veya Kardeş Türküler’in söylediği Kürtçe şarkılara ritim tutmakta, devrimci türkülere eşlik etmektedir. HAS Partililer de meydandadır ve devrimciler onları bağrına basar. Oradaki türbanlı genç kadınla aynı sınıfa mensup olduğunuzu hatırlarsınız.   
1 Mayıs’ın emekçi sınıfların dayanışma şöleni şeklinde cereyan etmesi, sözde değil özde bayram olması aslında herkes için yeni bir şeydir ve yüz binlerin sokağa çıktığı zaman sermaye düzenine ve devlete nasıl da meydan okuyabildiğini adeta tatlı bir sarhoşlukla duyumsarsınız. DİSK’in bu seneki 1 Mayıs sloganı olan “milyonlar aç, milyonlar işsiz, işte kapitalist sisteminiz” devrimci taraftarlar nezdinde de karşılık bulur. Beşiktaşlılar “Mayıs:1 Sermaye:0” pankartı açar, Galatasaraylılar “re re re, ra ra ra, emeğin olsun tüm dünya” der, Fenerbahçeliler Avusturya İşçi Marşı’ndan “kara deryalarda bir fenersin” dizesini sloganlaştırır.      
Ve hep birlikte 2012 için sözleşilir.