29 Eylül 2010 Çarşamba

Bağımlılık teorisi ve 12 Eylül

Bu yazım 3 yıl önce BirGün gazetesinde yayınlandı. Konusunun öneminden ve içeriğinden bir şey kaybetmiş değil. Mamafih okurlarıyla :) paylaşmak istedim... 
-----------------------------------
Burak Cop
12 Eylül 2007

20. yüzyılın ikinci yarısında çağdaş Marksist düşünceyi en çok etkileyen düşünce okullarından biri Bağımlılık Teorisi'dir (BT). Bu akım esasen belirli ekonomik gelişim aşamalarından geçen toplumlarda demokratikleşmeye doğru bir eğilim olacağını öngören Modernleşme Teorisi'nin zıddı gibidir.

Merkezî kapitalist ülkelere ekonomik açıdan bağımlı çevre ülkelerinin içinde bulundukları sömürü ilişkilerinden dolayı bağımlılık çarkını bir türlü kıramadıkları, fasit bir daire içine mahkûm oldukları tespitini yapar BT; Çevre ülkelerinin ekonomilerine hâkim olan çokuluslu şirketlerle bu ülkelerin kalkınma ihtiyaçları arasında uzlaşmaz bir çelişki vardır. Çevre ülkelerinin bağımlılık kısır döngüsünü kıramamalarının yapısal nedenleri ise bu ülkelerin hammadde ihracında karşı karşıya bulunduğu dezavantajlı ticaret hadleri, zaten az sayıda olan ihraç mallarının uluslararası piyasalardaki fiyat dalgalanmaları karşısındaki kırılganlığı ve gene az sayıdaki gelişmiş ülkenin ticarî partnerliğine, yardımlarına, yatırımlarına ve borçlarına muhtaç oluşlarıdır.

Tabii Türkiye'nin ekonomisi ne günümüzde, ne de bu yazıda az sonra konu edilecek olan '70'lerin sonunda yukarıda sunulan tablodaki kadar sefil olmuştur. Türkiye'nin daha ziyade, merkez ve çevre ülkelerinin arasında yer alan bir yarı-çevre ülkesi olduğunu söylemek mümkün. Öte yandan BT'nin Türkiye'yi daha fazla anımsatan önermeleri de mevcut. Örneğin klasik marksist iktisatta 'enflasyon'a yer verilmezken, BT çevre ülkelerindeki enflasyonun yapısal nedenleri üzerinde durur. Bu nedenler de hammadde ihracına dayalı ekonomi, tarım sektöründe düşük verimlilik ve gelir dağılımındaki bozukluktur. Tarımdaki düşük verimlilik gıda ithalatına yol açar, gelir dağılımındaki çarpıklık ise ithal lüks tüketim mallarına talebi arttırır. İthalat arttıkça da ödemeler dengesindeki sorunlar artar. 1950'lerden beri yüksek enflasyon sorunu olagelmiş Türkiye'ye çok da uzak olmayan manzaralar.

BT'nin hele bir de çevre ülkelerinde ekonomik gelişmenin belli bir aşamasından sonra otoriter siyasi rejimlerin baş göstermesine dair önermeleri var ki, işte onlar 12 Eylül'ün niye olduğunu mükemmelen açıklıyor. Guillermo O'Donnell'a göre ithal ikamesine dayalı ekonomilerde (örneğin 24 Ocak Kararları öncesi Türk ekonomisi) görece düşük sermaye birikimi ihtiyacı işçi sınıfının kalkınmadan nasiplenmesinin ve siyasal sisteme katılımının önünü açar (bakınız Türkiye'de post-27 Mayıs dönemi). Bu dönem sanayileşmenin kolay aşamasıdır. Ne var ki bu kolay aşama geride bırakıldığında, yani daha sermaye-yoğun bir aşamaya geçildiğinde, sermayeye olan ihtiyacın artması tüketimin azaltılması gereksinimini beraberinde getirir ve bu da ancak emeğin bastırılmasıyla mümkün olur. 24 Ocak Kararlarının 12 Eylül öncesi Türkiye'de uygulanmasının mümkün olmaması örneğiyle de koşut biçimde, kapitalizm daha hızlı bir sermaye birikimi sağlayabilmek için işçi sınıfının direnişini, sendikaları demir yumrukla bastıracak otoriter bir rejimi destekler. Türkiye'de büyük sermayenin 12 Eylül'e verdiği desteğin kuramsal açıklaması işte O'Donnell'ın çizdiği bu çerçevedir.

Alfred Stepan'a göre otoriter rejimde sağlanan ekonomik büyüme ordu tarafından da memnuniyetle karşılanır. Çünkü böylece hem komünizmin dar gelirli kitlelerin gözündeki çekiciliği azalır, hem de ülkenin jeopolitik kıymeti artar. 12 Eylül paşaları da farklı bir şey düşünmemiş olsalar gerekir.

BT ekolünden Fernando H. Cardoso ve Peter Evans, işçi sınıfının ezilmesinin yabancı yatırımları çektiğine işaret ederler. 12 Eylül sonrası gelişmeler BT'cileri bu konuda da yanıltmamıştır. 1975-79 döneminde Türkiye'ye giren toplam yabancı sermaye miktarı 38,5 milyon dolarken (kaynak: Faruk Cömert, Hazine Dergisi, Ekim 1998), 1980-83 dönemindeki fiili yabancı sermaye girişi 366 milyon dolardır (kaynak: Hazine Müsteşarlığı verileri).

Elbette Türkiye'yi 12 Eylül'e taşıyan ve bu yazının konusu dışında kalan sosyo-politik aktörler, faktörler ve süreçler de var. Ben burada çok kısaca 12 Eylül'ü sınıfsal çelişkiler temelinde, Bağımlılık Teorisi düşünürlerinin tespitleri ışığında çözümlemek istedim. Bu yazıyı da darbenin 27. yıldönümünü idrak ettiğimiz bugünlerin anlam ve önemine uygun bir temenniyle noktalamak isterim: Darbeciler yargılansın ve bir daha darbe olmasın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder