21 Kasım 2010 Pazar

Kurban notları-2: İlkini beğenen bunu da okusun

Burak Cop

22 Kasım 2010

Kurban Bayramı süresince konuşulan, tartışılan kimi mevzular üzerine naçizane görüşlerimi notlar hâlinde buraya düşmeye devam ediyorum: 

- Kurban kesimini eleştiren insanlara, bu pratiğin dinin gereği olduğunu, bir ibadet olarak yapılması gerektiğini
söyleyerek karşı çıkanların bir kısmı şu görüşü dile getiriyor: "Siz hamburgercide yediğiniz etin nereden geldiğini sanıyorsunuz?".

Bu, hiç de yanlış olmayan bir nokta. Esasen kurban kesimine itirazı olanlar, eylemdeki vahşet (boğaz kesme) ile yüz yüze geldikleri için, bir hayvanın yenilmek amacıyla öldürülmesi eylemiyle öyle veya böyle doğrudan muhatap oldukları için (oturduğunuz veya yolunuzun geçtiği muhitlerde kurban kesim görüntülerine denk gelmeseniz bile, haber bültenlerinde izlediğiniz görüntüler bile size yanı başınızda, açık bir alanda, ve topluca hayvan öldürüldüğünü hatırlatır), kurbanlık hayvanlara yönelik bir acıma hissi duyuyorlar.

Aslında burada çok kritik bir nokta var. Türkiye'de geride bıraktığımız bayramın ilk 3 günü boyunca kesilen hayvan sayısı, rakamları bilmiyorum ama, yıl boyu kesilen hayvanların gerçekten küçük bir kısmını teşkil etmektedir. İnsanların lokantalarda ve marketlerde türlü şekillerde karşılarına çıkan ölmüş hayvan eti parçaları, aynı zamanda bu insanlardaki bir yabancılaşmaya delalet ediyor. O et sanki hep öyleydi, ezelden beri yekpare idi. En fazla, pişirilmeyi bekliyordu.

Kurbanın boğazı kesilerek öldürülmesi (hele bu bir de "her bayram rastladığımız istenmeyen görüntüler"in eşliğindeyse), belli bir duyarlılık ve empati düzeyine sahip insanlarda kedere yol açıyor. Peki ya öldürülüp parçalandığını görmediğiniz hayvanlar? Vejeteryan bir arkadaşım bir keresinde şöyle bir söz sarfetmişti: "Bir kuzuyu kucağına alıp sev, bir daha et yiyebilecek misin bakalım?". 

Bana öyle geliyor ki (yanıldığımı düşünenlerin eleştirilerine açığım), market ve lokantalardaki çiğ yahut pişmiş, öldürülmüş hayvan parçalarının o "hâle" gelene kadar geçirdiği safhalara tanıklık etmek, pek çok kişiyi vejeteryanlık yoluna itebilir. NTV'de yayınlanan Gıda A.Ş belgeselinde hayvanların hangi şartlarda yaşayıp nasıl kesildikleri gözler önüne serilmişti. Yahut geçen hafta denk geldiğim bir haberden söz edeyim; vejeteryanlık yanlısı, Viva adlı İngiltere menşeli bir örgütün gizli çekimlerle ifşa ettiği korkunç gerçek. Erkek civcivler ya canlı canlı doğrama makinesine gönderilerek ya da gaz verilerek telef ediliyor. Gazlanan civcivlerden hayvan yemi üretmeyi de ihmal etmiyorlar (Kapitalizm her zaman verimlilik ve etkinlik yanlısıdır biliyorsunuz). Viva'dan bir yetkili durumu özetliyor: "Bu, yumurta sanayisinin sizin görmek istemediğiniz gizli vahşeti".  

Sözün özü, Kurban Bayramı, örgütlenmeleri hâlinde, vejeteryanlar için bulunmaz bir propaganda fırsatıdır. 

- Kurban kesme eyleminin haklılığını, bunun dinin gereği olduğu argümanıyla savunanlara şunu söylediğiniz zaman, bu insanların en azından bir kısmı karşı-argüman geliştiremiyor: Bir pratiğin dinsel açıdan gerekli olması, en azından 2010 Türkiyesi'nde onun yapılması, yapılabilmesi için yeterli bir gerekçe değildir.

Yeterince bilgili olmadığım için ahkam kesmekten kaçınarak şu örnekleri vereyim. Kaynağı Kuran mıdır, hadis midir yoksa fıkıh alimlerinin yazdıkları mıdır bilmiyorum ama, erkeklerin dört kadınla evlenebilmesi veya kısas kuralı gereği hırsızın elinin kesilmesi -kabul ediyorum çok banal bir örnek ama burada mühim olan bizatihi örnek değil, onun işaret ettiği şey-, bilindiği üzere İslam hukukuna dair uygulamalardır. Ancak günümüz Türkiyesi'nde bu ve benzeri İslami kuralları/hakları hayata geçirmek, her şeyden önce yasalara göre suçtur. Dinen yapmaya hakkınızın olduğunu savunduğunuz kimi eylemler sizin cezaevini boylamanıza yol açabilir. 

Bir şeyin dinî bir kural olmasının, o şeyin yapılmasını gerekli kılmadığına dair görüşümü Twitter'da ifade ettim ve bir vatandaşımız tepki gösterdi. Ben de bunun üzerine, görüşümü destekleyecek bir örnek olarak şunu yazdım; "Nisa Suresi'ne dayanarak karınızı döverseniz TCK'ya göre suçlu duruma düşersiniz".

Vatandaş önce alakasız bir cevap yazdı. Aradan birkaç saat geçti, hızını alamamış olacak ki şunu yazarak kurban meselesini kestirip attı: "İnanıyorsan gerektirir, inanmıyorsan gerektirmez, bitti".     

- Kurban ibadetine dair ilginç bir ayrıntıyı da öğrendim geçenlerde. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Şinasi Gündüz, katıldığı bir canlı yayında kurban ibadetinin farz veya sünnet değil, vacip olduğunu söyledi. Yani dinsel açıdan hayatî bir gerekliliği yok. Acaba herkes bunu biliyor mu? Sanmıyorum.

Bir hayvanı kurban etmenin tek tanrılı dinlerden çok çok önceye dayandığı biliniyor. İslam dini bu köklü geleneğe hem bir çekidüzen vermiş, hem de içine toplumsal bir boyut katmış (kesilen hayvanın etinin üçte biri yoksullara dağıtılıyor). Psikoloji disiplinine ilgim yalnızca amatör düzeyde ve yüzeysel olduğu için fazla ahkam kesmek istemem, ama bir hayvanı boğazlayarak öldürmenin, insanın, içindeki şiddet güdüsünü dizginlemesine de katkı sağladığını zannediyorum.

Tüm bu dinsel (farz olmaması, üstelik de yalnızca varlıklı insanlara vacip olması), tarihsel (paganlar da tanrıları için insan/hayvan kurban ederdi) ve psikolojik (şiddet duygusunun tatmini) faktörleri dikkate alarak inançlı Müslümanlara sormak isterim: Kurban kesmeniz şart mı?  

- Değineceğim son nokta, kurban olgusunun toplumsal boyutu... Az önce atıfta bulunduğum Prof. Gündüz'den öğrendiğim bir başka şey, kurban etinin bölüştürülme prensibi. Etin üçte birini kendiniz alıyorsunuz, üçte birini eşe dosta akrabaya dağıtıyorsunuz, üçte birini ise yoksullara veriyorsunuz. 

Sanırım günümüz dünyasında yoksullara yardımda bulunmanın, onların et yemesini sağlamanın çok ama çok sayıda alternatifi var. Yılda bir kere kestiğiniz koyunun etinin üçte birini (hatta tamamını) fakir ailelere dağıtmaktansa, fakir bir ailenin çocuğuna her ay mütevazı bir "burs" sağlamanız daha "hedefe yönelik" bir eylem olacaktır kanaatindeyim.

Şunu da not etmek lazım, Prof. Gündüz'ün belirttiği üzere, kurban kesimi, başka bir şeyle ikame edilecek bir ibadet değil "kural gereği"... Peki, namaz kılan kaç kişi bunu günde 5 kez yapıyor, oruç tutan kaç kişi bunu 30 gün boyunca yapıyor? Sözüm gene Müslümanlara, varın "esnetin" kurban ibadetini de. Koyun veya dana öldürmeyin. Yoksul bir ailenin lise çağındaki çocuğuna her ay 50 lira verin. Bu "esnetme"den dolayı huzursuz olursanız da, mesela gün içinde daha fazla namaz kılın, bir süre hiçbir Cuma'yı kaçırmayın... 

17 Kasım 2010 Çarşamba

Kurban etrafında yaşanan tartışmalar

Burak Cop

17 Kasım 2010

İçinden geçtiğimiz Kurban Bayramı İstanbul Boğazı'nın yine kızıla boyanması bakımından öncekilerden farklılık arz etmedi, ama -bu konuda bir araştırma yapmış değilim yahut yapılmış bir araştırmaya vakıf değilim-, anektodal gözlemlere dayanarak şunu söylemem de pekala mümkün: Tanrı'ya kurban olarak sunmak üzere kent yaşamının "görünürlük" alanı dahilinde büyükbaş ve küçükbaş hayvanların boğazlanması git gide daha fazla tepki çekiyor. Şüphesiz ki bu tepkilerin bir kısmı "anti-din" bir tavırla yakından ilişkili, ancak kendini en nihayetinde mümin gören çok sayıda "gevşek Müslüman"ın da kurban kesme pratiğinden rahatsız olduğu ve bunu açıkça ifade ettikleri görülüyor.  

Bu konu pek çok düzlemde, pek çok bağlamda tartışılabilir. Ben burada, biraz dezorganize bir metin üretmeyi de göze alarak, kurban konusunda son günlerde düşündüğüm şeyleri notlar hâlinde sunmak istiyorum:  

- Kimi inançlı Müslümanlarda benim gözlemlediğim tavır; tatbik edilen kurban kesme pratiğine veya bu ibadetin bizatihi kendisine yönelen eleştirilere "bizim inancımız böyle, inancımızın gereğini yapıyoruz, bizi eleştiremezsiniz" makamından tepki koymaları. Burada aslında çok daha temel bir soruna değinmek istiyorum. Velev ki insanların kendisi için koyun vs. kesmelerini isteyen, doğa-üstü, herşeyin üstünde bir Güç olsun (bilerek büyük harfle yazdım). Buna inanan milyonlarca insan var Türkiye'de, bu açık. Peki buna inanmayan, bundan şüphe eden insanların kendi alternatif inançlarını, veya inançsızlıklarını yaymaya çalışmaya, bunları ifade etmeye hakları yok mudur? Bunu da, içinden geçtiğimiz günlerden ötürü, kurban pratiği üzerinden yapmaya hakları yok mudur? Bir Müslüman kendi inancını savunacak, mümkünse yaymaya çalışacak da, bir agnostik veya ateist veya hayvanların kurban edilmemesini savunan bir inancın savunucusu neden kendini ifade edemeyecek?

Çok şükür ki Türkiye'de bunu yasaklayan kanunlar yok. İnançlı Müslümanların da eminim ki kayda değer bir kısmı "buyursunlar, kendilerini ifade etsinler" der. E ama o zaman inancınızı, ve inancınızın bir gereği olarak tatbik ettiğiniz pratiği de eleştirecekler. Eleştirileri kesim sırasındaki gayr-i medeni manzaralara yönelik olmaktan ibaret olmayacak. İnancınızı, yani sizi de eleştirecekler. Siz de onları eleştireceksiniz. Bu noktada "inancımdır, eleştiremezsin" tavrı haklı ve meşru olamaz.      

Burada İslam dinini (ve bütün dinleri) eleştiren kişi şayet Müslüman düşmanı değilse, ırkçı vs. değilse, bilakis bunu özgürlükçü bir perspektiften yapıyorsa, pratik bir zorlukla karşı karşıya. Bunu kabul etmek gerek. Şu anda Avrupa'da siyasi gerekçelerden dolayı artan bir İslam düşmanlığı, büyüyen bir aşırı sağ var. Göçmen/Müslüman karşıtlığını İslam karşıtlığı üzerinden ifade eden Hollandalı neo-faşist lider Geert Wilders bu sorunun örnek öznelerinden biri. Dini/İslam dinini insanın özgürleşmesi perspektifinden, liberal veya sol bir bakış açısından eleştiren insanlar Batı'da yükselen İslam karşıtlığıyla "yan yana düşme" gibi bir riski her an hissediyorlardır eminim. Kendilerine konjonktürden kaynaklı eleştiri, hatta suçlamalar da pekala yöneltilebilir. Bu, zaten -dünyanın büyük kısmında olduğu gibi Türkiye'de de- fikirlerini savunma ve yayma konusunda dindarlara göre dezavantajlı konumda bulunan dinsizlerin (bilhassa özgürlükçü olanlarını) ekstra sıkıntıya sokan bir durum. 

Ekstra sıkıntıya sokuyor da... Kendi fikirlerini savunmasınlar mı yani konjonktür nazik diye? Bu ülkede Turan Dursun öldürülürken ve Aziz Nesin dengesini kaybettiği anda itfaiye aracının merdivenini zorlukla kavrayarak hasbelkader hayata tutunurken ne 11 Eylül olmuştu, ne de Avrupa'da aşırı sağ yükseliyordu...

Birkaç Kuzey Avrupa ülkesi dışında dünyanın her yerinde dinsizlerin "işi" dindarlarınkinden daha zordur. Metis Yayınevi'nin 2010 ajandasını hazırlayan editörlerin sunuş yazısında bu olgu çok güzel anlatılır:   

"Bu ajandayı hazırlayan bizler, inanma hakkına saygı duyuyoruz. Ama biraz daha derin bir saygıyı, inanmama hakkına duyduğumuzu da belirtmemiz gerek.

İnanmanın bir kez daha tartışılmaz bir şekilde insan varoluşunun temellerinden sayılmaya başladığı günümüz dünyasında, (ülkesine ve mekânına bağlı olarak) inanma hakkı örgütlü dinlerle, devlet bütçeleriyle, polis ya da asker kuvvetleriyle koruma altına alınmış durumda; buna karşılık, varoluşlarını inanma temelinde tanımlamak istemeyenler genellikle tekil, münferit ve örgütsüzler. Doğduğumuzda dinsel bir kimlik edindiğimiz varsayılıyor ve dünya karşısındaki duruşumuzu nasıl tanımladığımız sorulmadan bu kimlikler atfediliyor bize; üstelik yirminci yüzyılın sonlarında başlayan bu yeniden dinselleşme eğilimi siyasi, tarihsel bir gelişme değil de doğal bir oluşummuşçasına kabullenmemiz bekleniyor".     

Bu ilk notum fazla uzadı ama sözümün de sonuna geldim. Uzun lafın kısası, dileyenin "kurban kesmek kötüdür" demeye hakkı vardır. Bu insan bunu illa ki Müslümanlara düşman olduğu için, Müslümanları horladığı için söylüyor değildir. "Kurban kesmek yanlıştır" demek kimseye hakaret değildir. Belli bir inancı ve onu benimseyenleri rencide etmek değildir. Eğer bazı Müslümanlar bunu duyunca rencide oluyorlarsa, alıcılarının ayarıyla oynaması gerekenler onlardır.  

Kurban notlarımın kalanını başka bir yazıya bölmem daha isabetli olacak. Merak etmeyiniz, diğer notlarım daha kısa olacak.