8 Eylül 2010 Çarşamba

Bir de bundan ötürü ayrışmamalı

Burak Cop



Türkiye’de sosyalist solun toplumda tabanı yok gibi. Belki bu durumun da etkisiyle, battı balık yan gider gibi bir halet-i ruhiyeden midir bilinmez, ayrışmalar ve bölünmeler Türkiye sosyalistlerini ince kıyım salata hâline getirmiş durumda. Parti olma iddiasını taşımayan grupların üye sayısının üç basamaklı hanelere ulaşmamasını normal karşılayalım. Peki isminin sonunda parti kelimesi geçen pek çok grubun üç büyük il dışında örgütlenememesine ne demeli? Hadi yola yeni çıkanları da “mazur” görelim, diğerlerine ne demeli?

Bunların arasında dikkatimi en çok çeken; adında hem devrimci, hem sosyalist, hem de işçi sözcükleri geçen parti (ya da “parti”). Kendini Troçkist diye tanımlayan bu grubun İngiltere’deki kardeş partisinin üyelerinin Mayıs ayında British Airways yönetimi ile bu havayolu şirketinin grevdeki çalışanlarını temsil eden sendikanın görüşmesini basmasını BBC’de izlemiştim. Eylem, militan bir sınıf mücadelesinin tezahürüydü. “Bir de bunların Türkiye şubesinin yaptıklarına bak...” diye kendi kendime hayıflanmıştım.

Söz konusu geniş arkadaş çevresi referandum sürecinde tutkulu, ve söz söyleme şansı buldukları kürsülerin Türkiye’deki “yeni iktidarın” sesi olması hasebiyle de oldukça etkili (ya da öyle görünen) bir kampanya yürütüyor. Sosyalist cenah; bu çevre ve fiyaskoyla sonuçlanmış görünen geniş tabanlı sol parti projesi için ÖDP’den kopanların bir kısmının başka bazı gruplarla birlikte kurduğu yarı tabela partisi dışında; referandumu boykot edecek yahut hayır oyu kullanacak.

Önümüzdeki referandum esasen içerik açısından son derece düşük bir öneme haiz. Oylanacak olan 26 maddenin bir kısmı başka kanunlarda yapılan değişikliklerin Anayasa’ya da konmasından ibaret. Geri kalan maddeler ise kısmen olumlu, kısmen olumsuz. Emekçi hakları açısından küçük bir gerilemeden, bireysel hak ve özgürlükler açısından küçük bir ilerlemeden söz edilebilir. Meclisin Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde söz sahibi olacak olması ise içinde risk barındıran bir madde, ancak Türkiye’de güç mücadelesi yürüten iki odağın en nihayetinde büyük burjuvazinin farklı fraksiyonları ve bunların bürokrasi içindeki uzantıları ve destekçileri olduğu düşünülürse; yürütme azıcık daha güçlense ne farkeder, güçlenmese ne farkeder.

İçeriği itibariyle hiç de abartılmayı haketmeyen ve AKP’ye yönelik plebisite dönüşen referandumda, sosyalist siyaset açısından hayır oyunun da boykotun da eşit derecede meşru olduğunu, eşit derecede savunulabilir ve gerekçelendirilebilir olduğunu düşünüyorum. Gelecek sene bir genel seçim yaşayacağımız da düşünülecek olursa, boykot mu hayır mı gibi bir mesele üzerinden sosyalist solda ekstra ayrışmalara, yepyeni bozuşma ve kalp kırmalara mahal verilmemesi gerektiği inancındayım.

Boykot ve hayır cephelerinin birbirlerinden uzaklaşmaları şöyle dursun, ÖDP’den ayrılanların bir kısmının SHP ile birleşmeleri sonucu vücut bulan yarı tabela partisinin üyelerinin dahi dışlanmaması, onlara AKP’nin koltuk değneği muamelesi yapılmaması gerekiyor. Bu partinin, yaşamlarının son 20 yılını solda sürekli yeni bir şeyler “inşa” etmekle geçiren eskimiş yenilikçilerin öncülüğünde kurulmuş olması, üyelerine toptancı bir biçimde “liberal solcu” etiketi vurulmasını gerektirmez. Partinin referandumda evet oyu kullanacağını açıklaması da bunu gerektirmez. Önümüzdeki referandum abartıldığı kadar önemli değildir, hayatımızda pek az etkisi olacaktır. Bir de bundan ötürü karşılıklı kalp kırmaya değmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder