12 Şubat 2012 Pazar

En temizi, Cemaat’in parti kurması

Burak Cop
10 Şubat 2012 

MİT-Emniyet-yargı üçgeninde yaşanan son krizin AKP-Cemaat sürtüşmesinin son perdesi olduğuna dair belirtiler güçlenmeye başladı. Olay patlak verdiğinde, yani üç üst düzey MİT yöneticisi KCK dosyasına bakan savcılığa çağrıldığında ve adeta buna misilleme yapılırcasına KCK soruşturmasını yürüten iki polis şefi görevden alındığında, meselenin bu sürtüşmeyle bağlantılı olduğu hemen sezilmişti. Aradan geçen zamanda gerek hükümet cephesinden gelen açıklamalara gerekse bazı medya organlarındaki haber ve yorumlara bakınca, safların beklendiği gibi oluştuğu görülüyor.

Fethullah Gülen’in, Mayıs 2010’daki Mavi Marmara olayında “İsrail’den izin alınsaydı daha iyi olurdu” minvalindeki açıklaması, Gülen Cemaati’yle hükümetin açıkça ters düştüğü ilk olay. Ancak bundan üç buçuk ay sonraki referandum Cemaat’le AKP’yi birbirine fevkalade yakınlaştırdı. Ölülerin bile oy kullanmasını isteyen (ne demekse) Gülen referandum gecesi Başbakan’dan teşekkür aldı. Gerçekten de Cemaat’in medyası ve işadamları ‘evet’ için çok çalışmışlardı.

Referandum, Cemaat için, destekçisi olduğu AKP’nin kazandığı alelade bir zaferden çok daha fazlasını ifade ediyordu. Halkoylamasıyla kabul edilen paketin önemi, HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirmesiydi. Öbür maddeler kozmetikti. Aradan geçen zamanda, kabul edilen diğer yirmiden fazla madde için ilgili yasalarda gereken değişikliklerin yapılmamış olması bunun kanıtıdır.

Dört yıldır çeşitli davalar vasıtasıyla “Yeni Türkiye”nin yapılandırılmasında kilit rol oynayan Özel Yetkili Mahkemeler, Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin’e göre (bkz. Express dergisiyle röportaj), 2004-05’ten beri Cemaat tarafından kurgulanmakta, hazırlanmaktaydı. Bunun için 2004 sonunda yeni Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu çıkarılmıştı. 2006’da çıkan yeni Terörle Mücadele Kanunu’nun da bunlara eklenmesiyle birlikte; son 4 yılda gündemimizi işgal eden davaların yürütüleceği çerçeve tamamlanmış oldu. Özel Yetkili Mahkemelerin ve Savcıların önüne taş koyabilecek yegâne güç olan HSYK’nın (ki 2010 başında Erzincan’da olan tam da buydu) iktidarın kontrolüne geçecek olması işte bu yüzden çok önemliydi.

Cemaat’in artık herkesçe bilinen bir diğer örgütlenme alanı Emniyet’teki terörle mücadele, organize suçlar, istihbarat gibi kritik birimler. Nitekim Çarşamba günü görevden alınan iki polis şefinden biri, Emniyet’teki Cemaat yapılanmasıyla ilgili kitap yazdıktan sonra hapse giren Hanefi Avcı’nın yasadışı dinlemeler yapmakla suçladığı Erol Demirhan’dı. Avcı’nın, kitabında “Emniyet imamı” diye tanımladığı Ali Fuat Yılmazer de dikkate değer bir isim. Gazeteci Nedim Şener, Yılmazer’in Hrant Dink’in öldürüleceğine dair 2006’da gelen bir bilgiyi üstlerine tahrif ederek sunduğunu yazmıştı. Yılmazer bunun üzerine Şener’e dava açtı, ancak davayı kaybetti.

Dink suikastının tasarlandığı dönemdeki rolü çokça tartışılan Ramazan Akyürek’in de, gazeteci Doğan Akın’ın ifadesiyle, “Cemaat’e yakın isimlerden biri olarak adı geçiyor” (ayrıntı için bkz. BirGün’ün Akın’la röportajı, 14 Aralık 2011). Cemaat’i Ergenekon davasının “müştekisi” olarak tanımlayan Demokrat Yargı Eşbaşkanı Ertekin ise, davanın 2006 başında Cemaat’ten bir polis şefi tarafından kurgulandığını öne sürüyor. 80’lerin sonundan günümüze Emniyet’teki örgütlenmenin seyri Nedim Şener’in ‘Ergenekon belgelerinde Gülen ve Cemaat’ kitabında detaylı anlatılır.

Türkiye tarihi ordunun siyasete müdahaleleriyle dolu, darbesinden tutun da e-muhtırasına kadar. Sondan bir öncekine kadarki genelkurmay başkanları siyasi konularda sık sık açıklamalar yapardı. Ordunun siyasi bir aktör olarak oynadığı rolü egemen sınıfların çıkarlarını, ABD faktörünü, Türkiye’nin toplumsal ve iktisadi yapısını göz önüne alarak çözümleyen sosyalist bakış açısı bir yana, en basit “burjuva demokratik” perspektiften bakan biri bile askerin siyasetteki rolüne neden karşı çıkar? Demokratik bir mekanizmayla “hesap verebilirliği” olmadığı için. Yani seçmen karşısına çıkmadığı, gücünü sandıktan değil cephaneliğinden aldığı için.

Devletin kritik noktalarında böylesine örgütlü olan, sadece ekonomik ve toplumsal değil siyasi de bir güç olan, halkın oyuyla seçilmiş bir hükümetle dahi sürtüşebilen, hepimizin hayatına doğrudan veya dolaylı etki eden bir “yapılanma”nın siyaseten hesap verebilir olması icap eder. Eskiden generallerden siyasete müdahale girişimleri geldiği zaman “çok meraklılarsa askerliği bırakıp politikaya atılsınlar” denirdi. Apoletli atanmış muktedirler için bu söyleniyorsa, gerektiğinde apoletsiz atanmış muktedirler için de söylenmelidir. Aksi takdirde “askeri vesayet gitti, sivil vesayet geldi” diyenlere söyleyecek sözünüz olmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder