Burak Cop
26 Haziran 2013
2010
referandumuna kadar Türkiye’nin hâkim entelijansiyası liberaller ve sol
liberallerdi.
AKP’nin
organik aydınları, yani İslamcılar ve İslamcı kökenliler sivil toplumda,
iktidarın hegemonyasına denk bir yeri tutacak entelektüel sermayeden yoksundu.
Kısıtları, yetersizlikleri ve açmazları vardı.
Kemalist
aydınlar ise entelektüel bir bunalım içindeydi. Tükenmiş ve başat yerini kaptırmış
eski hegemon siyaseti yenilemekten acizdiler. Topluma ve dünyaya dair analizleri
bazı sabit fikirler, hatta saplantılarla örselenmişti. Olan biteni gerçekçi
şekilde açıklamakta dahi zorlanıyorlardı. Tükenmişlerdi.
İktidarın
sosyoekonomik ve kurumsal alanlardaki egemenliğini siyasal alandaki egemenlikle
bütünlemesine liberal ve sol liberal aydınlar katkıda bulundu. AKP’nin siyasal
alandaki hâkimiyeti elbette liberallerin eseri değildi, ancak özünde laik olan
fakat laiklikten bahsetmemeye çalışan, bahsederken de bunu adeta iğrenerek
yapan liberaller söz konusu hâkimiyete katkıda bulundu.
AKP’nin
ikinci iktidar dönemiyle beraber Atatürkçülük / laik cumhuriyetçilik Türkiye
Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi olmaktan çıktı. Eski resmi ideoloji ve eski
resmi tarihin mahkûm edilip yerine yenilerinin konmasında liberaller ve sol
liberaller iktidara büyük bir fikrî cephanelik sağladılar.
Bu
kesimler Cumhuriyet, Atatürk, İttihatçılık, Türk milliyetçiliği, Kemalizm gibi
konularda hâlihazırda düzen-dışı sağın tezlerinin etkisi altındaydı, ama
Cumhuriyetin kurucu unsurlarının bütünlüklü eleştirisi ve mahkûm edilmesi
konusunda İslamcıların tek başlarına yapamayacakları sistematizasyon da liberal
çevrelerden geldi.
Liberal
çevrelerin gıdasının bir kısmı hâlihazırda düzen-dışı (ve çok büyük oranda
İslamcı) sağın tarih paradigmasından geliyordu. Bu çevreler söz konusu gıdayı
işleyip bütünlüklü, derli toplu bir hale getirdi ve iktidara sundu. Liberaller
ve sol liberaller yağı düzen-dışı sağdan aldı, şekerle unu kendileri kattı, ve
hegemonik AKP iktidarının sonuna kadar faydalandığı helvayı üretti.
İslamcılar
müttefik, Kemalistler ise sürekli hırpalanan kolay rakipti. Liberal ve sol
liberaller ideolojik hegemonyayı inşa yolunda, toplumsal/siyasal bir gücü
olmayan ama entelektüel düzlemde mevziini başarıyla koruyan sola, sosyalistlere
saldırdı. Güçsüz sol paradoksal olarak en güçlü rakipti.
Bilhassa
2008-2010 yıllarında bu saldırı yoğundu. Taraf gazetesindeki kimi yazarlar bu
taarruz dalgasında kumandanlar olarak yer aldı. Özellikle 2010 referandumundan
önceki yaz aylarında taarruz doruğa çıktı. Türkiye devrimci hareketi tarihten
bugüne gizli milliyetçi olmakla, ulusalcı olmakla, Kemalizmin uzantısı olmakla,
özgürlükçü olmamakla vs. eleştirilip durdu.
Bu
saldırıda tutarlı liberaller ve sol liberaller, eskiden sosyalist olup zamanla
liberalleşen samimi aydınlar vardı elbet. Ancak hem liberal cenahtan, hem de
bir zamanlar bir şekilde devrimci hareket içinde yer almışlar arasından son
derece pespaye insanlar ve gruplar da piyasaya çıktı.
Başbakan
Erdoğan 2012’nin son günlerinde ODTÜ’de devrimci öğrenciler tarafından protesto
edildiğinde ve -AKP döneminde standartlaşan- polis şiddeti sonucu çok büyük
olaylar çıktığında, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik protestocuları ulusalcılıkla
itham etmişti. Çelik’in dimağındaki bu “bilgi”nin oluşumunda, 2007’den itibaren
kafa ütülercesine “Türkiye’de sol ulusalcıdır” deyip duranların katkısı
yadsınabilir mi? Acaba eserlerinden rahatsızlık duymuşlar mıdır? (Bence
duymamışlardır)
Sola
yönelik bu entelektüel taarruzun sebebi tekti ve basitti: Solun AKP
hegemonyasına eklemlenmeyi reddetmesi.
Ve
zaman pek çok defa olduğu gibi yine sosyalistleri haklı çıkardı. Türkiye solu
devletin değişen iktidar yapısı, AKP’ye içkin gericilik, Türkiye’nin
demokratikleşmediği, tam aksine rejimin otoriterleşeceği gibi hususlarda haklı
çıktı. Olanca deterministliği, mekanikliği ve aslında kuruluğuyla liberal
tezler yanlışlandılar.
Eylül
2010’dan bu yana geçen 3 yıla yakın sürenin her ayında, her haftasında, hatta
her gününde referandumda evet demeyen sol (yani Türkiye solunun tamamına
yakını) tahlil ve öngörülerinde haklı çıktı.
Türkiye’nin
ilerici toplumsal kesiminin referandumda evet diyen yüzde 58 olduğu, hayır
diyen yüzde 42’ninse değişme kapalı, statükocu ve tutucu olduğu tezleri hayat
tarafından yanlışlandı. Hayatın sillesini yedi. 31 Mayıs 2013’te.
31
Mayıs’ta başlayan isyan bir halk ayaklanmasıydı. Halkın laik bölümünün
ayaklanması. Devrimci Müslümanların, Antikapitalist Müslümanların daha 31 Mayıs
öncesinde başlayan kıymetli dahlini asla yadsıyamayız. Ama bu isyan büyük
oranda laiklerin isyanıdır. Sokaklara dökülen Kürt emekçilerinden bağımsız
değerlendirmek gerekirse, Gezi eylemliliğine “temsili” olarak katılan BDP’de de
sol ve ilerici unsurlar bu ayaklanmaya gönülden destek verdi. Kürt
milliyetçileri kayıtsız kaldı.
Haziran
2012’deki “Laiklik neden önemlidir?” başlıklı yazımın sonunda “Toplum olarak
tabandan laiklik mücadelesi vermeye pek alışık değiliz. Dolayısıyla devletin
laiklikten vazgeçmesi halkımız için bir olgunlaşma, bir rüşt ispatı olanağını
da beraberinde getiriyor. Bakalım bu sınavı geçebilecek miyiz?” demiştim. Şimdi
mutlulukla söyleyebilirim ki, bu sınavı alnımızın akıyla geçtik.
Hepimiz
biliyoruz ki bardağı taşıran son damla polisin 31 Mayıs sabahındaki vahşi
saldırısıysa, bir önceki damla da hükümetin içki yasağı adımıdır.
Daha
eşitlikçi ve özgür bir ülke kurma yolunda ilerici atılımın yüzde 58 içinden
değil, yüzde 42 içinden geleceği ortaya çıkmıştır. Geleceği ne kelime, geldi
bile.
Bugüne
dek –ama isteyerek ama kerhen– genelde CHP’ye oy vermiş olan, ama çoğu kendini
CHP’yle de pek özdeşleştir(e)meyen eylemciler; CHP’nin seçmen tabanını elitist,
tutucu, Beyaz Türk, hali vakti yerinde, Nişantaşılı Cihangirli Çankayalı
Alsancaklı vs. diye olumsuzlayarak stereotipleştiren yargıları paramparça
ettiler. Cihangir ve Nişantaşı sokaklarında barikatlar kuruldu. Mühim olan CHP
tabanı değil AKP tabanıdır diyen liberal ve sol liberal görüşler çürüdü gitti.
Ukalalık
addetmezseniz, “Ana muhalefet partisinin toplumsal tabanı” yazımda ileri
sürdüğüm “CHP tabanı, ilerici (“progressive”) bir siyaseti savunanlar için
kayıtsız kalmak şöyle dursun, güç alınacak bir tabandır” görüşümün haklı
çıkmasından da egoistçe bir mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum.
31
Mayıs’tan beri Türkiye eski Türkiye değil. Gericiliğin ve onun müttefiklerinin
özellikle de AKP’nin 3. seçim zaferiyle beraber daha bir özgüvenle ilan
ettikleri “Yeni Türkiye” asıl şimdi doğdu.
Bu
Yeni Türkiye’nin saygın entelektüelleri, başat aydınları liberaller ve sol
liberaller olmayacak. Yer yer AKP’yi eleştirmiş olabilirler, son zamanlarda git
gide daha çok eleştirmiş olabilirler, gazetelerdeki köşelerini dahi kaybetmiş
olabilirler, Akil İnsanlıktan istifa ettiklerini duyurmuş olabilirler, kimileri
de yüzde 42’yi mütemadiyen aşağıladıktan sonra 31 Mayıs’ı müteakip mahcup
mahcup Gezi Parkı’na gelip çadırlarını dikmiş olabilir…
Kusura
bakmayın ama sizler Yeni Türkiye’nin en saygın aydınları arasında yer
almayacaksınız.
Ama
şu niyetle ama bu niyetle, diyelim ki son 5 yılda AKP’nin değirmenine su,
yelkenine yel taşımış olanlar biraz geri duracak.
Ve
kusura bakmayacak. Çünkü tekkeyi bekleyen çorbayı içer.