5 Mart 2012 Pazartesi

AKP’nin milliyetçiliği


Burak Cop

5 Mart 2012


Biraz Türk sağının tarihine yönelik okuma-araştırma eksikliğinden, biraz da Türkiye tarihini 28 Şubat’la başlatıp üzerine bir de AKP’ye sahip olmadığı hasletleri atfetmekten, iktidara angaje liberal çevreler ve onların nüfuzu altındaki kesimlerde AKP’nin milliyetçiliğine yönelik bir körlük var. Daha doğrusu vardı, iktidardan kaynaklı bütün terslikler artık o kadar büyük bir yekûna ulaştı ki, az önce bahsettiğimiz kör gözler de yaklaşık son 2 yıldır (yani “Kürt açılımı” su kaynattığından beri) iktidarın milliyetçiliğini bölük pörçük eleştirir oldular. Burada iktidar derken iktidar partisini de aşan bir bloktan söz ediyoruz, yani AKP artı Gülen Cemaati’nden. 

Burada özellikle Ayşe Hür’ün 11 Aralık tarihli Taraf’taki yazısını hatırlatmak isterim. Türkiye’nin başlıca siyasi ve toplumsal meselelerinde Fethullah Gülen’in ne gibi görüşlere sahip olduğunu bizzat Gülen’in yazdıkları ve söylediklerini aktararak sergileyen Hür, karşımızdaki figürün milliyetçilik, muhafazakârlık ve devlet otoritesi yanlılığıyla, “bildiğimiz” Türk sağının bir varyantı olduğunu göstermişti. Bu tür yazıları okumamız için AKP’nin referandum zaferi üzerine bir de üçüncü seçim zaferini kazanması gerekiyormuş demek ki. Olsun. Kimi jetonların geç düşmesi hiç düşmemesinden iyidir, hele ki bazı kalem erbaplarının hâlâ neler yazdıklarına bakınca.  

Ancak, az önce de belirttiğimiz gibi, AKP’nin milliyetçi tavırlarını eleştiren liberal çevrelerin bunu bölük pörçük yaptıkları, belli bir sistematiğe oturtmadıkları, herhangi bir ideolojik bağlama (hele ki tarihsel bağlama) oturtmak gibi bir dertlerinin ise hiç olmadığı görülüyor. Türkiye tarihini 28 Şubat’la başlatanlar elbette ki bir tarafta anti-demokrat ve Kemalist devleti (yahut Kemalizmi), onun karşısında ise demokrasi mücadelesi veren, 90’larda İslamcı olup şimdi de “muhafazakâr demokrat” olan bir hareketi görecektir. 

Bu bakış açısına göre, özellikle de ilk iktidar döneminde Kıbrıs meselesinden tutun da Kürt sorununa kadar bir dizi konu başlığında AKP’ye karşı ulusalcı bir muhalefet yürütülmüş, bu muhalefette şimdi Ergenekon’dan yargılananlar kadar CHP de yer almıştır. Dolayısıyla AKP milliyetçiliğin ulusalcılık denilen varyantıyla ve anti-demokratik hamlelerle karşılaştığına göre milliyetçi değildir yahut en azından rakiplerine göre daha az milliyetçidir, keza demokratikleşme yanlısıdır yahut en azından rakiplerine göre daha demokrattır.   

Hiç şüphe yok ki bu çok sorunlu bir bakış açısı. Türkiye’de seküler milliyetçilik son 10 yılda ulusalcılık olarak kodlanır oldu ve ikinci Baykal dönemi CHP’sinin politik tutuculuğu ulusalcılıkla harman oldu. Ancak Türkiye’de çok daha köklü olan, solun toplumsallaştığı 60’lı ve 70’li yılların anti-komünist siyasetleriyle biçimlenen, ulusalcılığa nazaran toplum nezdinde daha çok karşılığı bulunan bir milliyetçilik vardır ki bu da ezan-bayrak milliyetçiliğidir. (En somut ifadesini de Çiller’in “Bayrak inmez, ezan dinmez” mottosunda bulmuştur). İşte AKP’nin milliyetçiliği de budur, ezan-bayrak milliyetçiliğidir. Toplumun çimentosu olarak Müslümanlığın, ulusalcılıktakine göre daha ön planda olduğu bir milliyetçilik. 

AKP’nin ideolojik kaynakları

AKP’nin ideolojisinin üç kaynaktan beslendiğini söyleyebiliriz. Bunlardan ilki olan Milli Görüş’ün zaten milliyetçi yönü son derece güçlüydü. Bu “Atatürk milliyetçiliği”nden farklı olarak içinde zerre kadar laiklik olmayan ve Türk unsuruna dayanmayan bir milliyetçilikti, ancak gene de milliyetçilikti. İkinci kaynak, 12 Eylül’ün ürünü olan Türk-İslam sentezidir, ki bundaki milliyetçiliği ayrıntılı izah etmeye herhalde gerek yoktur. Üçüncü kaynak da DP’li yıllardan 2000’lere uzanan Türk sağ siyasetidir, ki bunda da özellikle 60’ların ortasından itibaren ezan-bayrak milliyetçiliği çok belirgin olmuştur. 

60’ların ikinci yarısı yahut 70’lerin başı veya ortasından kalma gazete kupürlerini inceleyenler görecektir ki AP, CKMP (sonradan MHP), MP, YTP, CGP, Demokratik Parti gibi sağ partiler milliyetçi partiler olarak adlandırılmakta ve CHP de dâhil olmak üzere sol bu tanımın dışında, daha doğrusu karşısında konumlandırılmaktadır. Demirel’in AP’sinin, Erbakan’ın MSP’sinin, Türkeş’in MHP’sinin ve CHP’den kopan sağ kanadın kurduğu CGP’nin 1975-77 arasındaki koalisyon hükümetinin adının Milliyetçi Cephe (MC) olması tesadüf değildir. CGP hariç aynı partilerin 1977 seçimleri sonrasında kurdukları ikinci koalisyonun gene MC adını taşıması bunun bir tesadüf olmadığının en açık kanıtıdır herhalde.  

Uzun lafın kısası; İdris Naim Şahin bir yol kazası, bir tatsızlık, bir yanlışlık değildir. İdris Naim Şahin AKP’dir. Bir devlet organizasyonu olduğu kırıntı kadar bir şüpheye dahi mahal bırakmayacak kadar açık olan “Hocalı” mitingiyle ilgili yazısında, Taraf yazarı Alper Görmüş, bir kampanyanın başlatıldığını belirtiyor ve bu kampanyanın amacını şöyle tarif ediyor: “(milliyetçi) duyguların taşıyacağı eylemlerin sorumluluğunu ve yükünü iktidarın omuzlarına yükleyerek, onu bilhassa Batı kamuoylarının gözünde mahkûm etmek”. Görmüş’e göre Başbakan Erdoğan iki yıl önce “milliyetçilik treni”ne binmiştir ve o trenle 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimine gitmek istemektedir.

Sahte dost açık düşmandan daha tehlikelidir 

Erdoğan hep o trendeydi, sadece farklı vagonlar arasında gidip geldi. Görmüş neye dayanarak iki yıl demektedir bilinmez ama Erdoğan’ın Mart 2009 yerel seçimleri öncesindeki yer yer şovenizme yaklaşan milliyetçi söyleminden örnekler internet arşivlerinde mevcuttur. Ancak asıl değinmek istediğim başka bir şey. Bir konudaki muarızınızın veya düşmanınızın kim olduğu açıksa, ne dediği ve neyi savunduğu netse, aslında çok da endişe etmeye gerek yoktur. Ona göre konumlanır, ona göre gardınızı alırsınız. İyilikten yana gibi görünürken aslında kötülüğü örten, hakikati çarpıtıp saptırmaya çalışanlar ise açık düşmandan daha tehlikelidir. 

Görmüş yazısında 2015’e kadar artan bir ivmeyle süreceği belli olan anti-Ermeni kampanyayı hükümetin dışında ve aslen hükümeti yıpratmaya yönelik bir şey olarak tarif etmektedir. Ona göre Erdoğan dönemsel bir milliyetçilik adına bu kampanyaya dışardan destek vermektedir, ancak bu yolda kendisine ne tür sürprizler hazırlandığını zamanla görecektir. Görmüş ve benzerleri pek çok meselede çubuğu iktidara bükmek amacıyla gerçekleri deforme etmekten çekinmiyorlar. Bugün nasıl ki 28 Şubat medyasının önemli figürleri hesap verme noktasına geldiyse, içinden geçtiğimiz otoriter dönem sona erip güç ilişkileri tersyüz olduğu zaman da Görmüş ve benzerlerinden hesap sorulacak. Bu da böyle bilinsin.         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder